17.07.2016 AKŞAM Gazetesi Pazar eki... Röportajın Tamamı..
Öncelikle
sizi tanıyabilir miyiz? Tunahan Kurt ve Nuri Cihan Özdoğan kimdir? Şu an
nerede, ne yaparlar?
TUNAHAN KURT: Merhaba, ben Tunahan Kurt. 30
yaşındayım. İşletme fakültesi mezunuyum. Orta ve lise eğitimimi Adana Anadolu
İmam Hatip Lisesi’nde tamamladım. Daha sonra yine kendi memleketime, Adana
Asayiş Şube Müdürlüğü’ne polis memuru olarak atandım. Hala burada görev yapmaktayım.
Aynı zamanda Çukurova Üniversitesi Futbol Antrenörlüğü 2. sınıf öğrencisiyim.
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: 1990 Kadirli-Osmaniye doğumluyum.
1996 yılından beri Adana’da yaşamaktayım. Çukurova Teknoloji Geliştirme
Bölgesi’nde makine mühendisi olarak çalışıyorum. Aynı zamanda Çukurova
Üniversitesi makine mühendisliği bölümünde yüksek lisans eğitimime devam
ediyorum. Babam yüksek mühendis, kardeşim mühendislik öğrencisi. Mühendisliği,
insanların hayatını kolaylaştırma sanatı olarak tanımlayacak olursak; evimizin asıl
mühendisinin annem olduğunu söylemeliyim. Teorik olarak sinema her anımızda
var. İşin uygulama kısmında ise fırsat buldukça özellikle hafta sonları
kameramızı alıp kısa film projelerimizi gerçekleştiriyoruz.
Peki,
bir polis memuruyla bir makine mühendisinin yolları sinemada nasıl keşişti?
TUNAHAN KURT: Aslında biz Nuri Cihan ile tesadüf
eseri iki kez karşılaştık. İlki yaklaşık bir yıl kadar önceydi. Kendi
bölgemizde rutin devriye görevinde kontrol etmemiz gereken yerlerden biri de
akşamları doğa koşusu yapılan küçük bir ormanlık alandı. Ben ve ekip arkadaşım
kontrol sırasında üstü başı kanlar içinde olan birinin kaçmaya çalıştığını
gördük. Bir kaç saniyelik şaşkınlıktan sonra hızlıca olay yerine doğru “Dur
polis! Ne oluyor orada!” gibi uyarı cümleleri kullanarak ve tedbirlerimizi de
alarak ilerlemeye başladık. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Silahlı biri de
olabilirdi ya da bıçaklı bir kavga da olabilirdi. Biz, uyarı sözleri ile üzeri
kanlar içinde olan şahsa yaklaştık ama kendisi de kısa bir şok yaşıyordu çünkü
o da polis ile karşılaşmayı beklemiyordu. Biz kendisine ne olduğunu sorarken,
adını sonradan öğrendiğim Nuri Cihan arkadaşımız, kamerasını kurmuş küçük bir
ekiple kısa filminin bir sahnesini çekiyordu. O sıralar benim de çekim
aşamasında olduğum bir kısa filmim vardı. Kendisi ile ayaküstü bir sinema
sohbeti gerçekleştirdik. İlk tanışmamız böyle oldu fakat o günden sonra kendisi
ile çok görüşmemiştik. İlk karşılaşmamızın üzerinden yaklaşık 3 ay geçtikten
sonra bir kafede tekrar tesadüfen karşılaştık. Nuri Cihan da benim gibi Adana’da
yapılacak olan kısa film yarışması için bir kısa film hazırlamayı planlıyormuş.
O gün birbirimizi daha iyi tanıma fırsatı bulduk ve birlikte Adana’da yapılacak
olan kısa film yarışması için bir kısa film hazırlamaya karar verdik. “Sükût”
filmimizin ilk tohumları o gün atıldı.
Bugüne kadar
yaptığınız işlerden ve sinemanızdan kısaca bahsedebilir misiniz?
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: Tuna’yla tanışmadan önce kısa film
denemelerim olmuştu. Normalde 10 dakikalık senaryosunu olanaksızlıklardan dolayı
3 dakikaya düşürdüğüm, yönetmenliğini ve oyunculuğunu kendim yaptığım Gölge,
ilk kısa filmimdi. Tuna ile tanıştıktan sonra senaryosunu ve yönetmenliğini
birlikte üstlendiğimiz Sükût filmi ile film festivallerinden ilk ödüllerimizi
kazandık. Tuna ile birbirimizin eksiklerini tamamlamamız bize başarıları
getirdi diyebiliriz. Filmin başarısından bahsederken başrol oyuncularımız Ahmet
Soysal ve Meryem Asil’e ve kamera arkasında yükümüzü hafifleten başta Taner
Kara olmak üzere tüm dostlarımıza tekrar teşekkür ediyoruz. Ayrıca 1-6 Ağustos
tarihleri arasında Arnavutluk’ta gerçekleştirilecek bir uluslararası festivale
filmimiz kabul edildi. Festivale katılımımız için bize sponsor olan Adana Film
Festivali Genel Müdürü Sayın Candan Yaygın’a özellikle teşekkürlerimizi
sunuyoruz. Sükût filminden sonra Tuna’nın yönetmenliğini yaptığı, babası
Almanya’ya giden bir çocuğun, kendi imkânlarıyla uçak yaparak babasının
ardından Almanya’ya gitme hayalini anlatan “Babam Uçak” filmini çektik. Babam
Uçak filminin Görüntü Yönetmenliğini yaparak Tuna’ya yardımcı oldum. Babam Uçak
filminden sonra yönetmenliğini benim yaptığım “Sırat” filminde Tuna başrol
oyuncusuydu. Sırat filminde savaşın asıl etkilediği gerçek kahramanların yani
masum insanların hikâyesini anlatmayı hedefledik. “Sırat” filminin kurgusu
Mayıs ayında tamamlandıktan sonra ilk ödülünü İstanbul Merhamet ve Adalet Film
Yarışmasında kazandı. Sırat filmimiz, Temmuz ayı içerisinde CAFF Asya Film
Festivali’nde Güney Kore’de, Ortigia Film Festivali’nde İtalya’da ve yine
İtalya’da Social Machinery Film Festivalinde yarışacak. Başvuruda bulunduğumuz
diğer ulusal ve uluslararası festivallerden de olumlu yanıtlar bekliyoruz. Tuna
ile özellikle önem verdiğimiz nokta, çektiğimiz filmin türü ne olursa olsun
insanların duygularına dokunabilmek. Şüphesiz ki film müzikleri bu konuda
oldukça önemli. Filmlerimizin müziklerini besteleyen kuzenim Nuri Oğuz
Özdoğan’ın hem iyi bir sinema seyircisi olması hem de inanılmaz müzik yeteneği
en büyük şanslarımızdan bir tanesi.
Bu
dördüncü filminizmiş. Konusu ne? Vizyona ne zaman girecek?
TUNAHAN KURT: Bu sene Adana Film Festivali için
özel olarak hazırlayıp çekimlerini yeni bitirdiğimiz ve kurgusunda sona
geldiğimiz “MÜDÜR” isimli bir kısa filmimiz daha var. Yönetmenliğini benim
üstlendiğim bu filmimizde, terk edilmiş bir maden işletmesinde bekçi olarak
çalışan Ahmet’in “Sen buranın müdürüsün.”
sözünü fazla önemsemesi ve bir hırsız ile yaşadığı sınır kovalamacasını
anlatıyoruz. Müdür filmimizde, çevrenin yönlendirmesiyle kendi dünyasından
uzaklaşan, insanların beğenisi ve takdirini kazanmak adına hayattaki asıl
önceliklerini unutan bir topluma dönüştüğümüz gerçeğini yalnızlık atmosferi ile
seyirciye hissettirmek istedik. Filmimiz Eylül ayı itibari ile festivallere
gönderilmek üzere hazırlanmaktadır.
Doktorlar
arasında sanatla uğraşanlar oldukça fazladır ama bir polisin sanatın bir
dalıyla uğraştığını görmek daha az rastlanılır bir şey. Nereden çıktı yönetmen
olma, film çekme fikri?
TUNAHAN KURT: Evet, polislik diğer meslek grupları
içerisinde sanatla uğraşan insanların daha az olduğu bir meslek grubu. Bu
konuda haklılık payları da oldukça yüksek çünkü bu kutsal meslek sanırım diğer
meslek gruplarından biraz daha fazla çalışılması, daha fazla gayret ve özen
gösterilmesi gereken bir görev. Çünkü insanların canları ve malları size emanet.
Bu kadar sorumluluk altında beraber çalıştığımız arkadaşlarımızın ve abilerimizin
fazla fırsat bulamaması gayet normal. Ama içimizde sanatla uğraşanlar da var. Mesela
bizim filmlerimizin kamera arkası fotoğraflarını çeken yine Adana’da daha önce de
beraber çalıştığımız İsmail Yılmaz adlı bir polis arkadaşımız. Kendisi fotoğraf
sergileri açan, çekmiş olduğu fotoğrafları ödüllendirilen biri.
Yönetmen olma fikri aslında hep
içimde vardı ama çocukken bunun adının yönetmenlik olduğunu bilmiyordum. Bunun
ilk tanımını lisede koymuş olsam da maddi imkânsızlıklar ve yönlendirebilecek
birilerinin olmaması, ilk kısa film çekme deneme sürecimi 2007 yılına kadar uzattı.
O zamanlar üniversitede daha önce tiyatro ile uğraştığını bildiğim bir kız arkadaşım
vardı. Onu etkilemek için bir kısa film çekmeye karar verdim. Bayan arkadaşımı
bu filmde oynatarak ona yakınlık kurabileceğimi umuyordum ama işler istediğim
gibi gitmedi. Bayan arkadaşla beraber başrolde oynayan başka bir erkek arkadaşım
film sürecinde görüşmeye başladılar ve elimde işe yaramaz bir kısa film ile
kala kaldım. Evet, ben bu kız arkadaşı etkilemeyi başaramamıştım fakat kamera
arkasında olmak, bir film yazmak ve yönetmek beni inanılmaz etkilemişti. O
günden sonra da hayalim olan uzun metraj film yapma isteğimi hiç kaybetmeden bu
konuda çalışmaya devam ediyorum. Hayalim Türkiye’nin ilk uzun metraj filmini
çeken polisi olarak anılmak.
Tunahan
Bey özellikle polislik zor bir meslek. Biraz da sert… Sanatla uğraşmak size ne
gibi avantajlar ve dezavantajlar sağlıyor? Polis Tunahan’la yönetmen Tunahan
arasında nasıl farklar var? İki mesleğin birbirlerine etkileri ne oluyor?
TUNAHAN KURT: Polislik bilindiği üzere zor ve
stresli bir meslek, Adana da asayiş olaylarının yoğun olduğu bir kent. Sanat
ile uğraşmanın avantajı; stresi yoğun olan bu meslekten bir nebze olsun
uzaklaşmanıza yardımcı oluyor. Kendinizi yenileyebiliyor ve bir sonraki mesaiye
daha dinç ve daha özgüvenli gitmenizi sağlıyor. Daha güleç ve daha pozitif bir
şekilde hayatını devam ettirmek isteyen tüm meslektaşlarımın sanat ile uğraşmasını
tavsiye ederim. Sanat ile uğraşmanın hiç bir dezavantajını yaşamadığımı açık
yüreklilik ile söyleyebilirim.
Polis Tunahan işini çok ciddiye
alan çalıştığı kurumun hassasiyetini bilen profesyonel polislik adına sürekli
eğitim alan bir memurdur.
Yönetmen Tunahan ise çok daha uçuk
bir yapıya sahip, içinde bir türlü büyütemediği bir çocuk barındıran, kendini
hala 17 yaşında hisseden, moral ve motivasyon kaybı yaşamayan, dünyanın en kötü
10 kısa filmini çekse dahi bir gün çekeceği ilk uzun metraj filmi ile Türkiye’de
ve dünyada adından söz ettireceğine inan, hayal kurmayı ve hikayeler yazmayı
seven sosyal bir insan.
Kısaca beni polislik ve
yönetmenlikte ayıran en önemli nokta olarak şunu söyleyebilirim. Görev başında
gömleğinin boğaz düğmesini dahi açmayan ama yönetmenlik yaptığı zamanlarda
yırtık pantolondan vazgeçmeyen biriyim.
Polisliğin ve yönetmenliğin tabi ki
birbirlerine etkileri oluyor. Örneğin yakalamış olduğumuz bir şüphelinin, elimizden
kurtulmak için söylemiş olduğu yalanlar, bürünmüş olduğu karakterler size yeni
bir şeyler yazma ya da yeni bir karakter oluşturma konusunda çok yardımcı
oluyor. Yönetmenliğin polislik üzerindeki etkisinden bahsedecek olursam, olaylar
karşısında beni daha sabırlı ve anlayışlı bir hale getiriyor. Bazen komik
olaylar da oluyor. Çok konuşan ve aynı şeyleri tekrar eden bir şüpheliye
susması gerektiğini yanlışlık sinema terimi olan “KESTİK” sözü ile söylüyor ve
sonra kendime gülüyorum.
Mesleğiniz
size bolca da insan malzemesi sağlıyordur. Ne de olsa bin bir çeşit insanla
karşılaşıyorsunuz gün boyu. Karşılaştığınız hikâyelerden bunu filme çekeceğim
dediğiniz oluyor mu?
TUNAHAN KURT: Elbette karşılaşmış olduğumuz
olaylar ve karakterler bana “Vay be! Bu olaydan, bu adamdan ne güzel bir film
olur.” dedirtebiliyor. Ben de yaşamış olduğum ilginç olayları ve karakterleri
unutmamak adına küçük notlar alıyorum. Bunları ilerde çekmek istediğim uzun
metraj filminin olay örgüsü ve karakter yapılarına yansıtmaya çalışıyorum.
Polis
arkadaşlarınızın tepkisi nasıl oluyor?
TUNAHAN KURT: İnanılmaz! Benim, kısa film ile uğraştığımı
bilen duyan herkesten çok olumlu tepkiler alıyorum. Müdürlerim ve amirlerim de
dahil. Mesleğin sonuna gelmiş abilerim “Aferin aslanım devam et. Ben de
zamanında çok istedim ama biz cesaret edemedik. Aman bırakayım deme.” diyorlar.
Mesleğe yeni başlamış arkadaşlarımın ise “Abi boom tutacak adam lazımsa bu
Pazar izinliyim. Çekim varsa beni de çağırır mısın?” demeleri benim çok hoşuma
gidiyor. Hatta çekmiş olduğumuz filmlerin çoğunun kamera arkasında ışık tutan,
kamera taşıyan, sahne kuran birçok polis arkadaşımızın olduğunu söyleyebilirim.
Ayrıca mekân ve kostüm ayarlarken de çok önemli destekleri oluyor.
Sanırım bu mesleği yapan insanların
içlerinde olan sinema aşkını bir nebze olsun ben ortaya çıkardım. Onların
yapmak isteyip de yapamadıklarını benim yapmam ise onlara kendi içlerindeki
Tunahan’ı görme fırsatı verdi.
Nuri
Bey peki siz makine mühendisisiniz. Neden yönetmenlik?
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: Eğitim hayatım fen bilimleri
üzerine kuruluydu, önce fen lisesi ardından mühendislik fakültesi… Hayatım
formüller arasında geçiyordu diyebilirim. Fakat asıl zor olan hayatı
çözümlemekti ve hayatı formüle edebilmenin sadece sanatla mümkün olabileceğini
düşündüm. İnsanlara bir şeyler anlatmak için sinema yapmaya çalışırken sinema
sayesinde kendimi hayatı anlama çabası içerisinde buldum. Hayat gibi, insan
ilişkileri gibi sinemanın da formüle edilemiyor olması beni büyüledi ve sinemaya
olan aşkımı bir kat daha arttırdı. İnsanın mağlup edemediği yegâne düşman;
zaman. İnsanın zamana karşı en güçlü silahı ise sanat. Sinema bu yüzden benim
için çok önemli. İçinde sinemanın olmadığı bir hayat yaşamak, boşuna yaşamak
gibi olurdu sanırım. Tabi herkes için sinema bu kadar önemli olmak zorunda
değil. Ama insan en azından öyle bir hayat yaşamayı hedeflemeli ki, yaşadığı
hayat filmlere konu olacak kadar ilham verici olsun. İnsan yaşadığı dünyayı
daha güzel bir yer haline getirmek için yaşarsa gerçekten yaşamış sayılırmış. Ben
de sinema yaparak dünyayı daha güzel bir yer haline getirebileceğime inanıyorum.
Bu yüzden sinema, bu yüzden yönetmenlik.
Sizin
işinize artıları ve eksileri ne sanatla uğraşmanın?
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: Sanatla uğraşmanın insana herhangi
bir olumsuz etkisinin olabileceğini düşünmüyorum. Aksine sanat, insanı
çevresine daha fazla duyarlı ve meraklı hale getiriyor. İnsanın algılarını
açıyor. Özellikle de sinema, insanların hikâyelerinden ve psikolojilerinden
beslenen bir sanat dalı olduğu için çeşitli dünyalara tanık olma isteği oluyor
içinizde. Robert Altman’ın dediği gibi “Film yapmak, birçok kereler yaşamak
için bir şanstır.” Hayata sinemacı gözüyle bakma alışkanlığımın olaylara daha
rahat odaklanmama yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Fakat mühendislik
eğitimimin sinema hayatıma artıları kesinlikle daha fazla. Türkiye’deki
mühendislik eğitimi eleştirilebilir elbette ama mühendislik eğitiminin insanın
bilinçaltına kazandırdığı en önemli şey çözüm odaklı düşünebilme yetisi. Kısa
film çekerken o kadar kısıtlı imkânlarla film çekiyorsunuz ki örneğin süpürge
sapına mikrofon bantlayarak kendi boom mikrofonunuzu yapmak, araba güneşliğini
yansıtıcı olarak kullanmak hayat kurtarabiliyor.
Siz
etrafınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: İnsan, yönetmen olma hayali
kurmaya başladığında ilk ve en çetin mücadelesini kendisi ile veriyor.
Başaramama korkusundan ziyade seçim yapmak diğer seçeneklerden vazgeçmek demek
ne de olsa. Kendinizi ikna ettikten sonrası daha kolay bir mücadele. Tabi
yönetmen olma hayalimden çevremdeki insanlara ilk bahsettiğimde pek ciddiye
alınmadığımı hissetmiştim. Çoğu kişiye göre mis gibi mesleğim vardı, sebepsiz
bir macera peşindeydim. Oysa bence mühendislik eğitimim dahil hayatım boyunca
beni ben yapmak adına üzerime yağan tüm imgeler beni sinema üzerine eğitmiş. En
güzel ikna etme yönteminin, başarı kazanmak olduğunu biliyordum. Filmlerimizi
ilk izleyenler “Hiç de fena değil. Bildiğin film olmuş bu.” diye tepkiler
verdiler. Ödüller geldikten sonra bakış açısı zaten kendiliğinden değişiyor.
Etrafımızdaki insanlar gerek film çekimlerimiz sırasında gerek sonrasında bize
çok destek oluyorlar. Ben, her insanın içinde ukte kalmış bir sanat hayali
olduğuna inanıyorum. “Biz yapmaya cesaret edemedik bari çocuklar yapsın.”
diyerek belki de vazgeçtikleri hayallerinin pişmanlığından biraz olsun
uzaklaşıyorlar. Hayal etmenin bile komik karşılanabileceği bir hedefiniz
olduğunda en önemli şey size inanan insanların desteğini hissetmek. Teşekkür
etmek istediğim o kadar çok isim var ki aklımda… Özellikle de hayatın maddi
hırslar peşinde harcanmayacak kadar kıymetli olduğunu bana öğreten babam Remzi
Özdoğan ve annem Ayşe Özdoğan’a, tüm acemiliğimi üzerinde atmamı büyük bir
sabırla karşılayan, kimseye izletemediğim ilk filmlerimin kahramanı, kuzenim
Ali Mert Özdoğan’a ve nasıl öğrenmem gerektiğini bana öğreten hayat öğretmenim
Ahmet Koşar’a teşekkür etmek istiyorum.
İkinizin de bu konuda ilginç bir
anısı var mı?
TUNAHAN
KURT: Yönetmenlik
ve sinema işlerine çocukluğumdan beri sıcak bakmayan, almış olduğumuz ödüllere
rağmen “Hevesini al sonra bırak artık.” diyen annemin Müdür filminin çekimlerinde
benden rol istemesi ve annemi, senaryoya uygun olmadığı için kibarca ret etmem
kendi adıma son zamanlarda yaşadığım en ilginç olaydı. Sanırım annem bile
inanmaya başladı. Şöyle durumlarla da karşılaşabiliyoruz; bir gün şüpheliyi
mahkemeye çıkarmak için adliyede sıranın bize gelmesini bekliyorduk. O sırada bana
hafta sonu gerçekleştirmeyi planladığımız çekim ile ilgili bir telefon geldi.
Avukat Emine Erdem ile tanışmamız bu şekilde oldu. Kısa ve uzun metraj
filmlerde oyunculuk, tiyatro oyunlarında yönetmenlik yaptığından bahsetmesi
üzerine, kendisi ile hem sanat yönetmeni olarak hem de oyuncu olarak çalışma
imkânı bulmuş olduk. Çalıştığımız kişiler arasında diş hekimi, büyük
firmalardan satış danışmanları, muhasebeciler ve birçok farklı meslek gruplarından
arkadaşlarımız var.
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: Şüphesiz en ilginç anımız Tuna’yla
tanışma hikâyemizdi. Unutamadığım birçok anıdan benim için en özelinden
bahsedeyim. Yardımcı yönetmenim Melih Özdoğan ile ikimiz Sırat filmi
çekimlerinde geçiş sahnesinde kullanmak üzere savaşın vurmuş olduğu evleri
andırdığı için Adana’nın eski bir mahallesine gitmiştik. Mahalleye tam hakim
olmadığım için istediğim görüntüleri mahallenin hangi noktalarında
alabileceğimi bilmiyordum. Elimizdeki kamerayı gören on yaşlarında bir çocuk
yanımıza gelip bizi izlemeye başladı. Fakat dilimizi bilmediğini anladım.
Kendisi Iraklıydı. İsmi Abdülaziz’di. Eliyle kendisini takip etmemizi söyledi.
Nasıl bir görüntü almak istediğimi çekim yapmaya çalıştığım mekânlardan anlamış
olacak ki mahallede nerede hayal ettiğim gibi yer varsa bizi götürdü. Abdülaziz
sayesinde tam hayal ettiğim gibi planlar çekebilmiştim. Söz konusu sanat olunca
bize yardımcı olmaktan mutluluk duyan insanların içlerindeki dehayı keşfetmek
beni çok mutlu ediyor. Film yayınlandığında göreceğiniz jeneriğin sonunda
teşekkür kısmında adı yazan Iraklı Abdülaziz’in hikâyesi budur.
Neden
iki kişi? İki kişi birlikte yönetmek zor olmuyor mu? Tartışma çıkıyor mu zaman
zaman?
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: Tuna’yla uyum sağlamamızın birçok
nedeni var. Öncelikle ikimiz de hayal kurmayı çok seviyoruz. Birimiz diğerine
aklındaki filmi anlatırken diğerimiz filmi gözünün önünde izliyor sanki. Tabi
ki en önemli sebep ise birbirimizin eksiklerini tamamlıyor oluşumuz. Tuna’yla
tanışmadan önce filmlerimde oynatacak insan bulmakta zorluk çekiyordum.
İnsanlardan bir şey isterken çekingen olabiliyorum. Fakat Tuna ikna etme
konusunda oldukça başarılı. Tuna’yla tanıştıktan sonra senaryo yazarken kendimi
daha özgür hissetmeye başladım. Tuna’yla sinemaya ve hayata bakış açılarımızın
bu kadar yakın olmasına rağmen tarzlarımız farklılık gösteriyor elbette.
Sonuçta sanat, üreticisi adına öznel bir kavram. Aynı filmi yıllar sonra aynı
yönetmen çekse bile mutlaka daha farklı bir film çıkar ortaya. Çünkü zamanla
insanlar da değişiyor, kendilerini geliştiriyorlar. İnsan, zaman içinde kendisiyle
bile farklı düşünebiliyorsa Tuna ile aramızda yeri geldiğinde görüş
ayrılıklarının olması çok doğal. Hatta bu görüş ayrılıkları filmlerimize
zenginlik katıyor diyebilirim. İlk filmimiz Sükût ile birçok ödül almamıza ve
festivaller görmemize rağmen Sükût’tan sonra birlikte yönetmenlik yapmak yerine
birbirimizin projelerine destek olmaya karar verdik. 2015 yazından beri
senaryosunu yazdığım, yönetmenliğini yaptığım “Sırat” filminde Tuna başrol
oyuncusu ve yapım koordinatörüydü örneğin. Sırat filmi ile ulusal ve
uluslararası festivallerde başarı kazanmamızı, birbirimize destek olduğumuz
sürece başarılarımızın devam edeceğine bir işaret olarak görüyoruz.
Mesela
Coen Kardeşler gibi birlikte efsane olma hayalleriniz var mı? Yoksa bu iş sizin
için hobi olarak mı devam edecek? Sinemadaki hayaliniz ne?
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: Coen Kardeşlerin ilk filmi Blood
Simple’ın seviyesine hayatımız boyunca ulaşabilecek miyiz acaba? Henüz yolun
çok başındayız elbette. Kubrick’in, Tarkovski’nin, günümüzde Nuri Bilge
Ceylan’ın yönetmen olarak anıldığı bir sektörde kendimizi şu anki konumumuzla
yönetmen olarak sıfatlandırmak bile küstahlık olur sanırım. Tabi ki sinema ile
ilgili büyük hayallerimiz olmasa, film yapmaktan vazgeçmek için bu kadar çok
sebebimiz varken bu işe böylesine aşkla sarılamazdık. Sinema ile ilgili
hedeflerimizin hayal olarak kalmaması için Tuna da ben de çok çalışıyoruz. İnsanlık
tarihinin uzun soluklu serüveninde, iyimser olursak verimli geçireceğimiz belki
elli yılımız var. Bu elli yıl o kadar kısa bir süre ki, öylesine yaşayıp ölmek
için çok kıymetli. İnsanların hayatlarına anlam katacak eserler bırakmak
gerektiğini düşünüyorum. Sinema sadece günümüzdeki insanlara ulaşabilen duygusal
bir bağ aracı değil, nesiller arası duygusal bağ kurmanızı sağlayan bir sanat
dalı. Bundan 50 yıl önce yapılmış bir Metin Erksan filmi izlerken kendi
hayatınızla ilgili sorular sorabiliyorsunuz. Böylece gerçek sanat değeri
taşıyan bir film, hayatınıza anlam kazandırmış oluyor. Jacques Tati’nin “Ben
istiyorum ki film; siz, sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın.” sözü,
sinema yapma amacımı çok güzel özetliyor. Kişisel olarak sinemadaki hayalim;
nesiller sonra bile izlendiğinde insanların hayatlarına anlam kazandıracak
filmler miras bırakmaktır.
TUNAHAN KURT: Bu soru çok iddialı. Birlikte film
yapmaya karar verdiğimizde de bunu hiç böyle düşünememiştik sanırım. Nuri Cihan
ile ortak yönetmen olarak sadece bir film yaptık, ondan sonra yönetmen
koltuklarımızı ayırdık. İkimiz de birbirimize çok şey kattık ve katmaya da
devam ediyoruz. Nuri Cihan’ın hemen hemen tek başına, üstelik hiçbir sinema
eğitimi almadan Gölge gibi bir kısa film çekmiş olması bana cesaret vermişti. Kendisi,
sinema kuramları konusunda ve sinemanın felsefesi konusunda bana farklı bir
bakış açısı kazandırdı. Yazdığım senaryolara ya da düşündüğüm çekim açılarına
sanatsal dokunuşlarıyla farklı bir hava ve mizah katıyor. Durum böyle olunca,
Babam Uçak filmi ile ben Amerika’da, Sırat filmi ile Nuri Cihan da Asya ve
Avrupa’da festivallere kabul edildik. Birbirimizin çekmek istediği filmlerine
sınırsız destek vermekteyiz. Nuri Cihan ne kadar başarılı olursa buna kendi
başarımmış gibi seviniyorum, tabi o da aynı şekilde. Birbirimizi maddi ve
manevi olarak sürekli olarak destekliyoruz.
Sinema düşünmeden kafamı yastığa
koyduğum tek bir geceyi dahi hatırlamıyorum. Sinemaya bu kadar aşıkken bunun
hobi olarak kalacağını hiç zannetmiyorum.
Sinemadaki hayalim: Mahallemizin
bakkalı Mehmet abiye, sabah ekmek almaya gelen müşterilerine “Duydun mu? Bizim
mahalledeki Ali’nin oğlu var ya hani şu polis olan, dün Cannes Film Festivali’nde
Altın Palmiye ödülünü almış.” dedirtebilmek.
İleride
yolunuza yalnız devam etmeyi düşünür müsünüz?
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: İkimiz de sinemayı hayatımızdan
çıkaramayacak kadar çok seviyoruz. Tuna ile birlikte çalışmak çok keyifli. Sinema
üzerine muhabbet etmek, fikir alış verişinde bulunmak da çok keyifli. İşin
içinden çıkamayacağımı düşündüğüm anlarda Tuna’nın bitmek bilmeyen muhteşem
enerjisi bana güç ve güven veriyor. Söylediğimiz gibi Sükût filminden sonra
yönetmenlik koltuğunu ayırdık fakat birbirimizin projeleri içerisinde yer
almaya devam ettik. Yazdığımız senaryolar hakkında da fikir alış verişinde
bulunuyoruz. Birbirimizi fikir alış verişlerimizle beslesek de sinemanın
üreticisi için de seyircisi için de öznel olduğu kanısındayız. Her yönetmenin
hikâyeyi anlatma tarzı özgün olmalıdır. Otör kuramına yani yönetmen sinemasına inanan
biriyim. Çünkü Otör yönetmenlerin gerçek sanat eserleri ürettikleri düşünüyorum.
Bunu iki yönetmenle yapmak takdir edersiniz ki kolay değil. Ama ikimiz de aynı
heyecanla sinemaya tutkun olduğumuz ve sinema üretme sürecinin birer parçası
olduğumuz sürece birbirimize destek olacağımız, birbirimize çok şey katacağımız
kesin.
Benim
sormayı unuttuğum, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
TUNAHAN KURT: Son
zamanlarda ülke olarak sıkıntılı bir süreç yaşıyoruz. Şehit olan tüm askerlerimize
ve polislerimize Allah rahmet eylesin, ailelerine ve Türk milletine sabırlar
versin. Almış ve alacak olduğumuz tüm ödülleri onların aziz ruhlarına armağan
ediyoruz.
NURİ CİHAN ÖZDOĞAN: İnsanın
vatanı olmazsa ne geleceği olur ne de uğruna yaşayabilecekleri hayalleri. Tüm
şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabırlar diliyoruz. Sinema üzerine
düşüncelerimizi, anılarımızı ve çekmiş olduğumuz filmleri anlatma fırsatı
verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Kısa film çeken tüm arkadaşlarımıza kolaylıklar
diliyoruz.