Hugo Münsterberg (1863-1916, Polonya - Psikolog) sinemanın psikoloji ile etkileşimini incelemiş sinema kuramcılarındandır. Çalışmalarında sinemanın yapısı ve içeriğinin yanı sıra sinemanın insan zihninde bırakmayı hedeflediği etkilerin mühendisliğini de incelemiştir. Bir önceki yazımda bir paragraf ayırdığım, çoğu konuda fikirlerine katıldığım sinemanın ilk kuramcılarından olan Münsterberg’i daha detaylı incelemek, sinemayı daha iyi anlamak açısından da önem arz etmektedir.
Lumiere Kardeşlerin icat ettiği
cinematograph (kamera ve projektörün birleşimi) günümüze kadar gelişerek gelse de
çalışma prensibi değişmemiştir. Projeksiyon cihazında, arka arkaya geldiğinde
bir hareketin devamlılığını sağlayacak olan her kare değişiminde ekran
kararmakta ve bu sırada değişen görüntü perdeye yansıtılmaktadır. Bu, saniyede
24 kez tekrarlanır. Gözümüzün görüntüyü bir süre hafızada tutuyor olması her kare
arasındaki çizgileri görmememizi sağlamaktadır. Münsterberg bu olguyu 1916
yılında analiz etmiştir. Devamlılık içeren kareler arasında kurulan zihinsel
bir köprü sayesinde bir seri durağan görüntünün hareketli olarak algılandığını
belirtir. Görüntüleri algılamamızı sağlayan bu olgu, Yunan alfabesindeki Φ
(fi) harfi ile adlandırılarak “fi olgusu” olarak anılmaktadır. 1912’de Max
Wertheimer’ın (1880-1943, Çek Cumhuriyeti – Psikolog) çalışmasında bahsettiği “fi
olgusu” resimlerin arka arkaya gösterilerek hareket yanılsaması sağlaması
anlamına gelmektedir ve sinemanın ilk adımı olarak görülmektedir.
Sinema filmi içerik olarak
bölümlere, bölümler sekanslara, sekanslar sahnelere, sahneler ise planlara
bölünerek çekilir ve kurgu ile birleştirilerek seyirciye aktarılır.
Münsterberg, birleşimler sonucu meydana gelen sinema filmi bütününün, onu
oluşturan parçalardan daha fazlasını ifade ettiğini söyler. Kompozisyon halinde
bulunan imgelerin benzerlik, yakınlık, süreklilik, ve şekil ilişkisine bağlı
olarak insan zihni tarafından yeniden düzenlenerek algının oluştuğunu savunur. Seyirci,
farklı olaylar arasındaki bağlantıyı kendi birikiminde var olan değerler ile
kıyaslayarak, zamansal, mekânsal veya nedensel olarak çözümler. Sergei
Eisenstein (1898-1948, Letonya - Sinema Yönetmeni ve Kuramcısı) bir adım daha ileri giderek, kurgunun gücünü ortaya koymak adına bir planın anlamına “a”
diğer planın anlamına “b” dersek, iki planın arka arkaya gösterilmesi sonucu
“a” ve “b” anlamlarından bağımsız bir “c” anlamının ortaya çıkacağını iddia
eder. “a” ve “b” anlamlarının tek başlarına hiçbir şey ifade etmeyeceğini
savunur. Buna karşılık usta sinema yönetmeni Andrey Tarkovski (1932-1986, Rusya)
ise “c” anlamının “a” ve “b” planlarının anlamından bağımsız olduğunun
düşünülemez olduğunu ifade eder. Ayrıca “a” ve “b” planları da anlam olarak
içlerinde derin anlamlar barındırabilirler. Nuri Bilge Ceylan (1959-, Türkiye)
gibi usta yönetmenlerin bir planla ne kadar çok şey anlatabildiklerini keşfettiğimizde
gerçek sinemanın büyüsüyle tanışmış oluruz.
Münsterberg, sinemanın asıl
amacının duyguları resmetmek olduğunu savunur. Yönetmenin özgünlüğünün imzasını
taşıyan sinemasal estetik, dış dünyaya ait imgelerin yorumlanmasıyla yeniden
şekillenerek seyircinin iç dünyasına olan yolculuğa sebep olur. Sinema,
gerçeğin üstesinden gelmekteki başarısını, anlamlı bir dramatik öyküyü
soyutlaştırabilmesine ve gösterim esnasında seyirciyi gerçek hayattan uzak
tutarak, sunduğu imgelerin uyumundan haz almasını sağlayabilmesine borçludur.
Film sanatı, kişinin duygularına seslendiği için nesnel dünyadan bağımsız
nitelenmelidir. Hiçbir sanat eseri yoktur ki; tamamen nesnel olsun,
yaratıcısının duygularını taşımasın.
Münsterberg sinemanın, hayatın
gerçeklerinden soyutlanan görüntülerin insan zihninde kişisel algıya dayalı
olarak yeniden şekillendiğini ve apayrı bir dünyaya dönüştüğünü ifade eder.
Sanatta biçimcilik, bir sanatsal yapıtta anlatılan konu yerine onun işleniş biçiminin
sanatı oluşturduğu şeklinde ifade edilebilir. Sinema tarihine bakıldığında aynı
konuların tekrar tekrar anlatıldığını görürüz. Hatta aynı senaryoların tekrar
tekrar film yapıldığına bile şahit oluruz. Fakat konular hatta senaryolar aynı
olmasına rağmen izlediğimiz filmler bizde farklı duygusal tepkilere yol açar,
mutlaka birini diğerinden daha çok beğeniriz. İşte bunun sebebi sinemanın
öznel, özgün bir sanat olmasıdır. Aynı konuyu yüz farklı yönetmen film yapsa
yüz farklı film ortaya çıkacaktır. Bu sebeple eserin yaratıcısının duygularıyla
işlenmesi özgün bir eser oluşturması açısından büyük önem taşımaktadır. Konunun
değil konunun anlatımının özgün olmasından dolayı sinemanın anlatış biçimi
sanatı oluşturur. Aksi halde sinema seyirlik teknolojik bir video olmaktan öteye gidemeyecektir. Tüm bu özgünlüğüne rağmen elbette ki her sinema filmine sanat
diyemeyiz. Psikolog ve sanat eleştirmeni olan Rudolf Arnheim’a (1904-2007) (Aynı
zamanda Max Wertheimer’ın öğrencisidir) göre sinema, sanatsal sonuçları
olabilen bir olgudur. Ancak bu olgunun sanatla sonuçlanma zorunluluğu
bulunmamaktadır.
Sinemada anlatım tarzının
özgünlüğünün önemine değinirken anlatılan olayın seyirciyi etkilemesinin de
oldukça önemli olduğunu göz ardı edemeyiz. Film mutlaka bir olay anlatmalı ve
anlatılan konu üzerine şekillenmelidir. Perdede görülen oyuncuların
hareketleri ve derinlik duygusu, tek başına basit bir görsel malzemedir. Bu
görsel malzemenin seyircinin ilgisini ayakta tutabilecek fikirlerle zenginleştirilmesi
gerekir. Seyirci için anlamı olan, hayal gücünü harekete geçirebilecek, daha
önceki deneyimlerini uyandırabilecek, karışık duygular içine sokabilecek,
düşünceye sevk edecek, süreklilik yaratan senaryo örgüsü ile donatılarak işlenmiş bir film, seyircinin dikkatini çekebilir. Freudien
sinema yaklaşımı, seyircinin pasif konuma oturtularak, düş görür gibi bir
aktivite içinde olduğunu ileri sürmüştür. Fakat Münsterberg, psikolojik
ilkelerin sinemaya uyarlandığında seyircinin pasif konumda olmayacağını,
izleyici ile izlenenin karşılıklı etkileşim içinde olacağını savunmuştur.
Filmin işleniş biçiminde filmin yaratıcısının duygularının özgünlüğünden
bahsederken seyircinin duygularının da özgün olduğunu atlamamak gerekir. Bir
filmi milyonlarca kişi izlediğinde filmin seyircilerde bıraktığı duygu da
kişiden kişiye değişmektedir. Sinema filmi belli bir zaman zemini üzerine yayılmış
olduğundan film süresince seyirciye duyguları arkadaşlık etmektedir. Yani
seyirci sinema filmi ile karşılıklı diyalog halindedir.
Seyircinin algısının açık
tutulması için dikkat sürekli bir yerden diğerine yönlendirilmelidir. Sinemanın
tiyatrodan ayrılan başlıca özelliklerinden biri de yönetmenin, seyircinin
dikkatini yönlendirebiliyor olmasıdır. Seyircinin algıladığı eser, yönetmenin ekranın
sınırları içinde seyirciye gösterdiği görüntü kadardır. Yönetmen gerek
seyirciye gösterdikleriyle gerekse de göstermeyip sezdirdikleriyle seyirciyi
yönlendirebilir. Görüntü bombardımanı olan sinemada yakın plan veya ayrıntı
olarak adlandırılan çekim ölçeği duyguların daha coşkun ve belirgin yaşanmasına
sebep olur. Örneğin performans sahnelerinde yakın plan çekimlerde oyuncunun yüzü, neredeyse tüm perdeyi kaplayarak mimiklerle duyguların aktarılmasına izin vermektedir. Sinemadaki görsel dünyanın yakın görüntüsü, nesnelerin ve
ifadelerin özgün bakış açısıyla aktarılmasıdır.
Detay plan, sanki bize hayatın detaylarda gizli olduğunu, bazen bizim o detayları kaçırdığımızı fakat sinemanın bu detayları bize gösterme gücünün olduğunu anlatır.
Detay plan, sanki bize hayatın detaylarda gizli olduğunu, bazen bizim o detayları kaçırdığımızı fakat sinemanın bu detayları bize gösterme gücünün olduğunu anlatır.
Başarılı bir filmin kendine has bir atmosferi vardır. Sinemada atmosfer yaratmak, seyirciyi o atmosfere dahil etmek seyircinin filmin içine girmesi açısından büyük önem taşır. Bu atmosferi yaratmanın iki yolu vardır. Birincisi sesin kullanımı, ikincisi ışığın kullanımı.
Sinemada sesin veya müziğin kullanımının en önemli amacı seyirciyi filmdeki gelişmelere hazırlamaktır. Sinema yaratıcısı, kullandığı müzik tarzıyla hangi psikolojiye bürünmesi gerektiğini seyircinin kulağına fısıldar. Böylece seyircinin hazırlanmış psikolojisi filmin gelişen olgularına daha açık olacaktır.
Sinemada doğru ışık kullanımı plandaki renk tonlarını belirlemektedir. Filmin hikayesine uygun renk tonlarını yakalanmasıyla seyircide uyanan duygular filmle ahenk içinde olacaktır. Filmin atmosferini görsel olarak yakalayan seyircinin filmin içine girmesi çok daha kolaylaşır. Ayrıca doğru ışık kullanımıyla filmdeki karakterlerin kişilikleri, psikolojileri hakkında da seyirciye ip uçları verilebilir. Örneğin yalnızlık psikolojisi içindeki bir karakterin loş bir ışıkta daha sade renklerle sunulmasıyla, seyircinin bilinçaltında bu karakterin dünyasıyla özdeşleşmesi sağlanacaktır.
İyi işlenmiş bir senaryonun oluşması için iyi işlenmiş karakterlerle doldurulması gerektiği gerçeğini unutmamamız gerekir. Her karakter bir birey, bir dünyadır. Bu sebeple karakterler ince ince işlenmelidir. Her karakterin bir geçmişi, bir kişiliği, bir düşüncesi vardır. Bir karakter kötülük yapıyorsa bile kendine göre haklı sebepleri olmalıdır.
İyi bir sinema yaratıcısı, ister senarist olsun ister yönetmen olsun insanı iyi bilmesi gerekmektedir.
İyi bir senaryo yazarının oluşturduğu karakterler, psikolojik temeller üzerine kurulmuş olmalıdırlar. Karakterlerin geçmişlerinin, kişilikleri üzerinde nasıl bir etki yaratacağını, diğer karakterlerle ilişkilerinde her hareketlerinin her sözlerinin belli bir psikolojik bilincin etkisiyle şekilleneceğini belirlemek adına senarist için insan psikolojisini bilmek çok önemlidir.
Karakterlerin yüzlerindeki ifadeler veya konuşma şekilleri belli psikolojik etkilerin yansıması olmalıdır. Örneğin utangaç biri sessiz bir şekilde konuşur veya duygulanan karakterin sesi titremelidir, tüm bunlar karakterlerin psikolojik durumlarının çözümlenmesiyle alakalıdır. Bu sebeple yönetmenlerin de insanları iyi gözlemlemiş ve psikolojinin insan davranışları üzerindeki etkisini iyi tahlil etmiş olmaları gerekir. Yönetmen kendi filmindeki psikolojinin yanı sıra seyircinin psikolojisini de düşünmelidir. Konuyu işleyiş tarzıyla seyirciyi etkilemeyi bilmelidir. Kamerayı konumlandıracağı noktanın, alacağı açının seyirci psikolojisi üzerinde yaratacağı etkiyi iyi analiz etmelidir.
Sinema ve psikoloji ayrılmaz bir bütündür. Sinema ve psikoloji, tarih boyunca etkileşim halinde olmuştur. Çünkü psikoloji sinemanın içindedir, sinema eserini şekillendirir; sinema da seyircinin psikolojisini şekillendirme gücüne sahiptir.
Sinema; insanı inceleyen, insanı insanla anlatan büyüleyici bir sanattır. Sinema, insan içindir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder